URFA'NIN KANATLI DOSTLARI |
|||||
Gün usul usul iniyor
Urfada. Harrana bir dokunuyor, ekinler altın kesiliyor. Arpa, buğday,
pamuk... Bal rengi ışık kaleyi, Balıkgölü yalayıp geçiyor, yüzyıllardır
dokunulmayan balıklar altın kesiliyor. Ulu Camiinin kadim taş duvarları
sararıyor, alemi varaklanıyor. Günün son ışıkları, gün boyu gölgeli,
kuytu çarşılarda dama oynayıp mırra içenlerin üzerine altın tozları
serpiştiriyor. Yüzü dövmeli genç bir kadın, evinin damında çocuğunu
doyurma derdinde. Ak yemenisi altına duruyor, kulağındaki küpelere
nispet, elindeki kınalar daha bir kızarıyor. Birden bir bulut beliriyor
Urfa semalarında, bir uğultu... Altın kanatlar nereye vursa, bulut o
yana savruluyor. Binlerce güvercin, kanatları sadece güneşin ve rüzgârın
dokunuşunda... Sanki hep beraber bir kanat verseler, kaldıracaklar bu
altın şehri, uçurup Kaf Dağının ardına bırakacaklar. Birden bulut
çözülüveriyor, hayallerle birlikte. Güvercinler ayrılıp sahiplerine,
yuvaları damlara dönüyorlar.Güvercin beslemek Urfalıların deyimiyle bir
merak. Biz de bu merakın peşinde Urfanın labirenti andıran
çarşısında, şans eseri karşımıza çıkan Ahmet Toprak ile geziniyoruz.
Çarşının içinde kâh bir avluya girip, kâh damlara çıkıp güvercinleri
gözlüyoruz. Her kapı yeni bir soru, her güvercin yeni bir sevda. En
sonunda bir kahvenin kapısından içeri giriyoruz. Tabelada Çardaklı
Kahve yazıyor. Kahvedeki odalardan birinin duvarı tel kafesli
odacıklara ayrılmış. Karşısında küçük masalar ve kürsüler (tabureler)
duruyor. Burada kuşçular bir araya gelip sohbet ediyor, mırıltılarına
kuşların uğultuları karışıyor.
Onlar bile saati
bilirler, kapılar açıldığında fişek gibi fırlayıp giderler. Karışmada,
önemli olan kömenin içinde başkasının kuşunun kalması, işin en zevkli
tarafı da değeri ne olursa olsun gelen kuşu yakalamak. Kuşlar ya ıslık
çalınarak ya da yoluk denilen dişi kuş gösterilerek çağrılır. Kuşu
tutmak içinse yanına yaklaşmadan öd denilen, ucunda ağ bulunan bir sopa
kullanılır. Kuş tutulunca verilmez, ya kömeye katılır ya da satılır.
Ancak arada hatır, gönül varsa kimi zaman geri verilebilir de... Kayıp
vermeden dönen kuşlar, evine bağlı, yiğit, cesur sayılır. Her kömenin
elbet bir lideri var. Kimseye yakalanmayan, sabıkası temiz kuşlardan
çıkıyor bu lider. Bazen de, güvercin sahibi kuşuna güvenerek iddiaya
girer. Kahveye gelip iddiaya girmek istediği kişinin önünde kürsüyü ters
çevirir. Bu, ben güvercinlerime güveniyorum, kimseye tutulmaz,
istediğin şartlara varım, demektir. Ürkütme denilen bu iddiada, iddia
sahibi tüm şartları kabul etmek zorunda, aksi halde ya kuşların hepsini
getirip vermesi ya da kuşçuluğu bırakması gerekir.Bir kuş üç-beş yıl
görev yapabilir. Daha sonra kendi cinsine uygun bir dişi ile
çiftleştirilir. Yavruların eğitimi de bir yıl sürer. Kuşçular, kuşların
bakımıyla da çok ilgili. Her gün yerleri temizleniyor, yemleri
veriliyor, hatta boncuk ve takılarla süsleniyor. Ayaklarına takım
denilen kemikten veya kehribardan yapılma takılar, halhallar takılıyor.
Kulaklarında kimi gümüşten, işlemeli küpeler, boyunlarında gerdanlıkları
var. Öyle ki, kuşların uğultularına bir de takılarının o nazlı, zarif
sesleri katılıyor. Bir de kuşçular, kendilerine ait olduğunu belirtmek
için kuşların genelde kanadının altını, seçtikleri bir renkle
boyuyorlar. Benim rengim turuncu diyor, Şemsettin Bey. Memlekette
nerede tutulsa, bu Çardaklının kuşu derler.Bu nasıl bir merak diye
soruyorum Şemsettin Beye. Çok tatlı, iyi bir meraktır, diyor. İşini
bilirsen, çoluğunun çocuğunun nafakasını kesip buraya vermemek kaydıyla
iyi. Bu bize dedemizden babamızdan kalan bir gelenek. Yalnız kapışma
için değil bu merak. Dünyada ne kadar derdin varsa, akşam kuşlara yem
verdiğin zaman unutursun. Burada huzur bulursun. Kim bilir belki de
meraklılar kuşların içinde yolculuk yapıyorlar. Ve kim bilir nerelere
uçup konuyorlar?
|
|||||